Ah Solon, sen haklıymışsın
1. Bölüm
Hızlı yürüyen tahta ayakkabıların sesi, kehanetin merkezi Delphi tapınağının
duvarlarında yankılanıyordu. Ardından gelen yığınla hazineler, altından,
gümüşten dökülen kaplar, hayvanlar, servetler, değerli aksesuarlar, eşyalar
yürüyen ayakların şanını gösteriyordu. Delphi’nin diğer kehanet merkezlerinin
en kıymetlisi olduğunu öğrenen zengin Kral, anlaşılan servetinin bir kısmını
buraya hediye edecekti. Bakalım gelecek neydi?
- Söyle bana ey Kahin, kader nedir? Ön Asya’nın Kralı olabilir miyim sence?
Savaşta galip çıkabilir miyim söyle, dedi göklere bakarak kazanacağına inanan
Kral.
Derin bir nefes aldıktan sonra büyük kahin öylece Krala baktı. Kralın gözü
kahini görmüyordu bile.
- Bu, kasırga gibi bir savaş olursa, Mezopotamya’dan gelen Emire saldırırsan
şayet, büyük bir imparatorluk yıkılacak, dedi Kahin.
- Demek yıkılacak ha, diye sorguladı, heyecandan yerinde duramadı Kroisos.
Kazanacağını içten içe biliyordu. Boşuna mıydı o hediyeler ey Delphi?
Kahin aldırmadan sözlerine devam etti. Sevindirdi zengin Kralı:
- Şimdi Yunan şehirlerinin en güçlüsüyle anlaşma yapmalı. Hem savaş hem
müttefik olur mu ki?
- Olur, benim hükümranlığımda her şey olur. Ben Karun. Ben zenginlerin Kralı.
Ön Asya benim, diye sahiplendi birden Kral.
Olacakları önceden biliyordu artık. Olabildiğinden daha rahattı. Arkasında
duran bir ordu adamın taşıdığı tüm hediyeleri bağışladı. Kral cömertliğinden
çok şey kaybetmemişti. Adamları hediyelere zarar vermeden tek tek indiriyordu.
Kral ise çoktan Yunan kentlerinin yolunu tutmuştu. Sol elinde şarap kadehi,
diğer elinde elbisesini toplayan Kral, öylece aynı hızlı adımlarla ilerliyordu.
Kadınların da savaştığı tek şehre gidiyordu Yunanistan’ın. Sparta’ya…
Göz kamaştırıcı hediyelerin gittiği tek yer Delphi değildi. Kalkanların kılıçla
şakırdadığı Sparta, zengin Kralın sonsuz hazinesinden nasibini almıştı. Çok
geçmeden ikna olan Spartalılar, Kahinin de yüce kehanetlerine güvenerek Lidya
kralı Kroisos’a tamah ettiler. Kral, Perslerin emiri Kyros kadar erdemli bir
orduya sahip değildi. Ancak Lidya her şeyiyle göz kamaştırıyordu. Son yüzyılda
hızla büyüyen Lidya ekonomisi Ön Asya’yı bile parayla satın alabilecek
zenginlikteydi. Kralın atası Gyges’in altınları bile Yunan kaşif ve şair
Archilochus’un sinirlerini bozmuştu.
Burada parayı bulan Lidya değil, kuruşu bulup ticaretin hızla gelişmesini
sağlayan başkent Sardes’ten bahsediliyordu. İnsanların refah seviyeleri o kadar
yükselmişti, krallarını çok seviyorlardı. Kadınlar kendi çeyizlerini kendi
düzerdi, evliliği kendileri hazırlardı. Komşular daha güzel bir ev, daha güzel
mobilyalar, daha da güzel aksesuarlar için birbiriyle yarışırlardı. Hatta kimin
mezarı daha büyükse o daha hürmet görürdü. Belki de bu yüzden Anadolu’nun en
büyük tümülüs mezarı büyük Lidya kralı 1. Attalos’a aitti. Kaygı olmayan,
herkesin zenginlik için yarıştığı, günlük yaşamında bile partiler yapılan bir
başkentti, Sardes. Lidya’nın en büyük tanrısı Leus, Kral Kroisos’a hep gülerdi.
Sardes’te ise aslında en hürmet görülen tanrı Artemis’ti. Öyle ki Artemis’in
merhameti hep altın dolu Sard nehrinin üzerindeydi. Kral Kroisos ona ihtişamlı
Artemis Tapınağı’nda her yıl tonlarca hediye adardı. Bu hediyeler karşısında
Artemis bu kulunu daha da zenginleştirdi. Kroisos nereye giderse o da
arkasından gelirdi. Onu ve halkını çorak topraktan korur, sıcak güneşinden
mahrum bırakmazdı. Ama büyük kaderi Artemis de biliyor muydu?
Yorumlar
Yorum Gönder