Bakış Açısı - 2.Bölüm
2.
Bölüm - O.
Evden
kopuk bir hayatı vardı. Kaç tane okul değiştirdiğini, kaç yurtta kaldığını, kaç
il değiştirdiğini bilmiyordu. Dışarıdan görenler onu serseri olarak tanırdı. Şimdiye
kadar yaşamış olduğu hayatında hep ailesi için çabalamıştı. Babasından uzaktı
belki ama annesine çok saygı duyardı. Kadınların bir ailede sadece çalışan
olarak değil bir neşe kaynağı olduğu düşüncesine kapılırdı annesini görünce.
Ablasına ise her şeyi anlatırdı. Çoğu kez içine attıklarını kendi havuzunda
öylece bekletirdi. Hiç ortaya çıkmayacak şekilde hep turşusunu kurardı. Kısa
saçları, hayatı uzun değil de kısa yaşamayı sevdiğini anlatırdı. Küpe takmaz,
bilekleri bileklik dolu olurdu. Okulunu çok severdi. Bir türlü bitmek bilmeyen
okulda tatilin ipini çekerdi.
Yaz
tatilinin ilk ayında eve dönen Şeyma, annesinin hastalığını öğrendi. Hüznünü her
zamanki gibi içine attı. Ama bu kalbine kolay sığacak bir acı değildi. Hep annesinin
yanında oldu. Desteğini, annesinin hastalığı boyunca kesmedi. Ablası ile
birlikte oradan oraya koşuşturuyorlardı. Babasının çaresiz bakışları annesinden
bir ümit olmadığını anlatıyordu. Ablasının yüzünde ise derin bir keder vardı.
Sanki bir maske takmış gibiydi. Ablası, kendisine bakınca sanki her şey
yolundaymış gibi davranırdı. Hiçbir şey hissettirmek istemiyordu. Ailemiz hep
var olacak, derdi bundan önce. Annesine bakınca da hemen o maske geçerdi birden
yüzüne. Umutsuzluk, hayatı bitiyor diye düşünürdü Şeyma. Doktorların gözünde
bir tek parıltı yoktu. Gece gibi karanlık, bazen şafak vakti gibi azıcık aydınlık
olurdu ama çoğu kez zifiri. Kendilerini hazırlamaya çalıştılar, dirayetli olmak
istiyorlardı. Ellerinden kayıp giden neşeyi tekrar ailelerine kazandırmak
imkansızdı.
İki
ay sonra hastanede annesi vefat etti. Derin bir hüzün, kalplerinde beliriverdi.
Zaten beklemiyorlar mıydı? Hayır, ayrılık yaşanmadan önce hissedilmez. Şeyma,
ailenin diğer fertlerinden biraz daha sabırlıydı. Ağlıyordu ama çok ince ve sessiz.
Ablasını teselli edebilse de babası acıya dayanamıyordu. Babasının kalbi
sökülüp eline tutuşturulmuştu.
Cenaze
günü geldi. Annesinin akranları, arkadaşları, akrabaları, herkes vardı. Sağ
olsunlar, taziyeler hiç bitmiyordu. Akın akın gelen misafirler bitmek tükenmek
bilmiyordu. Gelen misafirler, annesinin acısının yerine geçmediği gibi,
Şeyma’nın umurunda değildi. Yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Şimdi babasının tek
başına yatacağı yatak odasında, garip şekilde bağlanan yatak odasının balkonundaydı.
Sigarayı okul zamanı bırakmıştı lakin yakmaması için bir sebep yoktu. Annesi
içtiğini ilk duyduğunda hemen bırakması gerektiğini ve sigara içmenin zararlı
olduğunu söylemişti. Ablasını ve hatta babasını örnek göstermiş, Ekrem
dayısının bile doğruyu anlayıp sigarayı bıraktığını anlatmıştı. Bir şekilde
sigarayı bıraktıran annesi, yine onu sigaraya başlatmıştı. En azından o günlük…
Ablasının görmesini istememişti, bu yüzden kimseye çaktırmadan yatak odasına
geçmiş ve tüttürüyordu. Bir de ne görsün, ablası pat diye içeri girmez mi? Ağız dalaşından sonra Şeyma, ablasını ikna
etmişti, daha doğrusu geçiştirmişti. Ablasının acelesi vardı belli ki. Ona
yardım etmek istiyordu ama misafirlere görünme riskini göze alamazdı. Sözlü
olarak da olsa ablasını kayıp minderlere ulaştırmaya çalışıyordu. Babasına
sorma fikri ona biraz saçma geldi, babasını cenaze işleriyle uğraşırken meşgul
etmemek gerektiğini düşündü. Ablası zaten gergindi, aradığı gereçleri
bulamayınca iyice sinirlendi. Aklına düşeni yapıp gelişi güzel bir soru sordu,
her şeyin yerini bir tek kişi bilebilirdi:
-
Annee!
Şu minderler nerede?
Yorumlar
Yorum Gönder