Tam, Yarım, Çeyrek.

 





 

 

Sıcak bir Mart günüydü. Karşı apartmanın duvarlarından yansıyan güneş yüzüne vuruyordu. Belki bir umut karşısındaki pencerelere baktı. Bir aile, bir televizyon, bir neşe kaynağı aradı gözleri. Durgun ifadeyle dudaklarını kapatmış, fazla konuşmayan ama şarkı söylemekten keyif alan birisiydi. En azından eskiden… Aklına gelen ilk şey bu güzel havada neden herkes gibi dışarıda olmadığıydı. Sebebini sordu kendisine:

-          Neden evdeyim?

-          Ne yapacaksın ki dışarıda, diye bir cevap geldi kafasının içinden.

-          Tam olarak neden dışarıda olmadığımı merak ediyorum açıkçası.

-          Hiç kimsen yok.

-          Ne demek bu şimdi?

-          Şundan bahsediyorum, diyelim ki yürümeye çıktı. Kiminle yürüyeceksin.

-          Bir zamanlar yalnız başıma yürürdüm.

-          Evet, çocukken…

-          Şimdi de yürüyebilirim. Değil mi?

-          Hayır, yürümeyeceksin, dışarı çıkmak için hazırlanacaksın. Ama yine vazgeçip bilgisayarın başına geçeceksin.

-          Yeter, dedi.

 

Sohbeti sonlandırdı. Kapıya davrandı ama eli kapı tokmağa bir türlü gitmedi. Evde ne yapılır?

 

-          Eh, çay içilir. Sen hani dışarı çıkacaktın.

-          Yok, çıkamıyorum. Çay içeceğiz mecbur.

 

Biraz su kaynatıp demi çaydanlığın küçük olanına koydu, iki kaşık.

 

-          Neden iki?

-          Başkaları da gelir belki.

-          Gelmez.

-          Gelmez mi?

-          Gelmez tabii, bu zamana kadar kim geldi?

 

Neyse artık, koymuştu bir kere iki kaşık. Artık çayın demlenmesini bekledi. Kendi odasına koltuğuna geçti ve pencerelere bakmaya devam etti. Bir ara eli telefona gitti. Bildirim yoktu. Sevdiğinden ayrılalı 5 dakika olmuştu. 5 dakika, 45 gün, 2 yıl… Zaman geriye işlese keşke değil mi? Kaydettiği mesajlar hala duruyordu, sesli mesajları hala dinliyordu. Son mesajını gördü: “Aşkım ben taksiye bindim, inince arayacağım.” Bir daha göremedi yüzünü, tutamadı elini. Aylar oldu, unutulacak gibi değildi. Kendini yazılarına verdi. Başka hiçbir şey anlatamazdı yaşadıklarını başkalarına.

 

Çayın demlendiğini düşünerek oturduğu yerden kalktı. Önce yarım bardak doldurdu, demlenip demlenmediğini anlamak için. Rengini beğendi ve bu sefer bilgisayarın başına geçti. On altıyı çeyrek geçiyordu ve yazmaya başladı:

 

Sıcak bir Mart günüydü…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bakış Açısı - 2.Bölüm

Pişmanlığın Tarifi (Tirat)

Bekleyiş